O aniden değişmişti. Sevgisini ve kendisini kapatmıştı. Neden böyle olmuştu bilmiyordu anlayamıyordu. Sonra bir sabah onun neden bu hale geldiğini anlamaya çalışırken, mevcut durum kafasında aydınlanmaya başladı. O aslında kendisine sunulmak istenen sevgiye kendisini laik görmediği için kapanmıştı, kapatmıştı kendisini. Karşısındakinin ona vermek istediği sevgi oranı arttıkça ve genişledikçe, o da ayni orantıda kendisini içine kapatıyordu. Sevgi vermeyi de kesmişti, almayı da. Nasıl alacağı ve bu sevgiyi nasıl kabul edeceği konusunda farkındalıksızdı. Tek en iyi bildiği şeyi yapmıştı. Kendisini kendine hapsetmek.
İnatçı ve biraz da kibirliydi. Ona ulaşmak ve aslında ona durumu farkettirmek bazen zaman alabiliyordu. Çok korkuyordu başkalarının onu değiştirmeye çalışmasından. Bu durum ona hatırlamak istemediği acıları hatırlatıyordu. Ama bazen bu korkusu onu yanılsamaya düşürüyordu. Çünkü aslında insan bloke olmuş nefes alamayan yaralı deliklerle doluydu ve bu deliklerin nefes alamayışı sevgi akışını kesiyordu. Sevgi akışı kesildikçe insan kendi sevgisinin muhteşemliğinden yararlanamaz, ona verilmek istenen sevgiyi kabul edemez ve kendini sevgisizliğin gölgesinde yaşarken bulabiliyordu. İşin daha da üzücü kısmı bunu hiç bir zaman fark edemeyebiliyordu.
İşte burda da yine durum bu idi. O, nefes almayan bu deliklerin kurbanı olmuş ve henüz bunun farkındalığında bile değildi. Savunma mekanizmaları var gücüyle çalışır hale gelmiş, ve kendini görünmez demir parmaklıkların ardına kapatmıştı. Çok güçlüydü kendini koruma mekanizmaları. Canı yanmıştı geçmişte ve o kadar derinden yanmıştı ki canı, bu duyguları bir defa daha hissetmemek üstüne kurmuştu tüm hayatını. Bu mekanizmalar onun kişiliğinin büyük bir yüzdeliğini oluşturmuştu. Her şey bu duygulardan kendini koruyabilmek içindi ve kim ki yanına yaklaşır ve onu ‘değiştirmeye’ çalışır, çıkarırdı tüm o en derinlerindeki kendisinin bile artık hatırlayamadığı gizli duygu koruyucularını.
Kendinden kaçmayı bırakıp, belki de en yakınındaki aynaya bakabilmeliydi. Çünkü bu ayna ona belki de yalnız olmadığını hatırlatacaktı. Bu aynaya cesaretini toplayıp bir bakabilseydi, ayna ona ‘seni anlıyorum çünkü ben de ayni yolun yolcusuyum, ben de bu dikenli yollardan yürüdüm ama kendinden kaçarak ve bu duyguları ulaşılamaz derinliklere gömerek bu dikenlerin sana batmasına izin veriyorsun’ diyebilecek ve ‘ona değişmene gerek yok, olduğun şekilde çok güzelsin ama iyileşmeye ihtiyacın var’ diyebilecekti.
Dünya iki tür insandan oluşur. Kendi gerçeğinden kaçıp duranlar ve kendi gerçeğinin peşine düşenler.